Çökmüşlükler

Bir intihar korkusu sarıyor içimi

Bir intihar korkusu sarıyor içimi o şarkı her çaldığında,
hayatı sorguluyorum,
aldığım her nefesin amacı belirsiz,
atılan her adım nereye ulaşmak için?
anlamsız kararlar alıyorum,
hiç olmadık zamanlarda ağlamak geliyor içimden,
gülüyorum bazen, evet bazen,
sonra bir garipseme ile durduruyorum gülümsemeyi,
üşüyorum sıcak havalarda,
uzun yollara çıkmak istiyorum,
bilmediğim yerlere gitmek
tanışmadığım insanlarla konuşmak
yeni insanların isimlerini öğrenmek
“ne sıkıntılar varmış” diyebilmek istiyorum

Hiç görmediğim bir insana aşık oluyorum birden
yaşamadığım hayatları anılarıma kaydediyorum
mahalleden her geçişimde beni bir an olsun durduran,
beynimdeki tüm düşünceleri kamaştıran o pembe çiçekli ağacın kokusunu
senin kokun sayıyorum,
çocukların gülüşmelerinde duyuyorum sesini
güneşli bir sabahın parıltısında gözlerini görüyorum,

Bir intihar korkusu sarıyor içimi gün her karardığında,
karanlık
sessizlik
yalnızlık
korku
düşüncelerim…

İç Sesler

Ol!

İçinden geldiği gibi yaşamanı aşırılık görüyorlar,
sen kendini anormal hissediyorsun?

Bir düşün;
herkes içinden geldiği gibi yaşasaydı,
dünya nasıl bir yer olurdu?
İnsanlar nasıl kontrol edilebilirdi?
Zarar görmez miydin kendini bilmezlerden?

Bir an olsun tüm bunları unut;
iyi insanlar içinden geldiği gibi yaşadıkça dünya güzelleşecek,
kurallar kötüler için koyulur ama iyiler uyar,
sen uyma!
İçinen geldiğince yaşa,
Özgür ol,
Aşırı ol,
Mutlu ol,
Ne istiyorsan onu ol!

Farkındalıklar

Ne güzeldir doğum…

Eğer yapılanlar hedefe yakınlaştırmıyorsa,
hedef değildir aslında yanlış olan,
yaptıklarındadır insanın doğruyu içermeyenler,

Doğum ne güzeldir,
sıfır doğarız,
sıfır gideriz uzunca süre,
ağlarız,
yemek isteriz, kucağa alıp severler çoğu zaman, susmamızı beklerler,
elimizi yakarız belki de dokunmamamız gerekene yakınlaştığımızda
yürekler yakar, hem ağlar hem ağlatırız bazen de bilmediklerimizle
uyumayız anlatamadıklarımızla
uyutmayız kolayca yapamadıklarımızla

doğum ne güzeldir,
hiçbir şey bilmeyiz de,
öğrenemeyiz de uzunca süre,
gözlerimiz bile açılmaz bir zamana kadar,

Duyar da anlamlandıramayız,
ne de onlar anlar anlatmaya çalıştıklarımızı,

doğum ne güzeldir,
doğru olmayanların içinde boğuşup durur da,
doğruyu ararız,
aslında aramayız da belki,
ama deneriz,

Elimiz yanar da o kızgın sobada,
yine dokunmaya çalışırız,

bir kaplumbağa misali
sonu gözükmeyen yola çıkar da,
bir saniye durmayız,

Konfüçyus’un dediği gibi;
Hiç durmadığımız sürece ne kadar yavaş gittiğimizin önemi yoktur…

Belki bir ömür alır hedefe ulaşmak,
çoğunda ömür bile yetmez,
ama yürür,
bir an şüphe etmez,
hızla geçen arabaların ortasına atarız kendimizi bir kaplumbağa misali,

Ne demiştik;
Eğer yapılanlar hedefe yakınlaştırmıyorsa,
hedef değildir aslında yanlış olan,

yolunu değiştir,
kızgın güneşin ortasında, hızla geçen arabaların arasında yaşamı dahi ölüme değiştir de,
Hedefini baki tut…

Ne kendini, ne hedefini,
yaptıklarını değiştir,

Ne güzeldir doğum,
ölüme gideceğini bilirsin de,
denemekten vazgeçmezsin,

Ne güzeldir doğum,
Ne güzeldir ölüm,

Ne güzeldir ikisi arasında kalanlar…

Farkındalıklar

Benim hatam ya senin hatansa?

İnsanı diğer varlıklardan ayrıştıran öğrenebilme yeteneği iken,
neden hatalarından ders alma konusunda bu kadar ısrarlıdır?

Hata dediğimiz neydi ki?
kim koydu,
kim belirledi,
nerede yazıyor,
kim bastı mühürü bu doğrudur, şu hatadır diye?

Hata dediğimiz şey birilerinin varsayımlarından ibaretse eğer,
kim kimi hata yaptın diye sorgulayabilir ki?
Senin hata gördüğün, benim doğrumsa,
hatadan ders almayan kim?
her seferinde kendi varsayımlarınla yargılayan sen?
Yoksa her seferinde aynı şeyi yapan ben?

Sahi doğru, yanlış, hata, başarı, başarısızlık…
Kim belirliyor bunları?

Bazenler

İsmi Namık Olandan Zarar Gelir Mi Hiç?

Tüm kurallar yazılmış,
çerçevelerimiz belirlenmiş
pencerelerimiz bile bakacağı yere göre konulmuş
gözlerimiz ne görüyorsa istenileni
ne hissediyorsak dayatılanı

Adımızı bile başkası koyuyor,
Namık olmak isterdim belki ben,
Ya da okula gitmek yerine sörf öğrenmeyi,

Bir gün, tam da gün ışığının cama vurmaya başladığı sabahın en sevimli anlarında
Pencerenin görünen kısmı umut bağlamasa da içimde,
Görmediğim kısımların merakı alev oldu yüreğimde
Dur dedim olum Namık!(kimse bilmez ben Namık derdim kendime)
Kurallar, dayatmalar, ahlaklar, akıllar, fikirler…
Sorgulamayı yasaklayanlar sana yüreğindeki yangını gerçeklemeye izin verir mi?

Beyin durdurabilir mi kalbin sesini!
Çıkamazsan bu tek pencere odadan en kötü yanarsın,
Ama kalmak istersen, sen yanmazsın da için yanar, yüreğin yanar be Namık!

İşte o sabahın en sevimli anlarında yüreğimdeki ateşi verdim, tek pencere odaya!
Oda yandı, geçmişimi kül yapıp savurdum, çıktım!
Tek göz pencerede bana göstermediklerini gördüm,

Dediler yakıyor kendini, aman ha bizi de yakmasın, tutuverin,
Dedim benim adım Namık, ismi Namık olandan zarar gelir mi?
Deli sandılar Namık deyince,
Ama Namık’tım, eski ben değildim, özgürdüm, hürdüm,

Dayatılan kuralların,
Tek göz pencerelerin,
Kulağımıza söylenen saçma isimlerimizin ötesinde,

Onlarca belki deli, belki kötü, belki tehlikeli
Ama Namık’tım ben!
İsmi Namık olandan zarar gelir mi hiç?

Umutlar

Bir gün gelecek

Bir gün gelecek,
çok da geç değil
bir öğleden sonrasının gün batımına yakınlığa kadar
ya da ellerinle ittiğin salıncağın yeniden sana geleceği süreden ibaret,
hani derler ya belki yarın, belki yarından da yakın,
benim hikayem de tam böyle
Bir gün gelecek,
ve ben
“Çok şükür bugüne kavuşturana” diyeceğim,
iliklerime kadar hissettiğim hafiflemenin,
aynı zamanda da çok beklemişliğin getirdiği yorgunlukla