Farkındalıklar

Yalnızlık

Yalnızlık… Köprü altında yatan bir evsizin, gecenin sabaha kavuşmak üzere olan en ıssız anında uykusundan uyanıp, çevresine bakması ve kendine ait hiçliğiyle, onun ait olduğu hiçliğin ortasında kalması mıdır?

Yoksa kalabalık bir topluluğun içinde kendini oraya ait hissetmemesi midir?

Korkmalı mıdır insan yalnızlıktan, istemeli midir? Acıtır mı, huzur mu verir? Sevmeli midir, kaçmalı mıdır?

Sorular sadece cevapları bulma isteğiyle varolurlar demiş biri…

Bunca soru sormuşken yalnızlık üzerine… Yüzleşmek istemediğimiz cevap için mi bunca soru?

Aslına bakarsan konu yalnızlık da değil ya, duygularımız;

Sevinç
Heyecan
Tutku
Mutluluk
Keyif

Bir o kadar da;
Hüzün
Korku
Stres
Kaygı
Suçluluk
Acı

İlk kısım güzel de, ya şu diğerleri olmasa -mı?

Hani yüzleşmek istemediğimiz cevap dedik ya, ikinci kısım işte bu cevaplar. Bizi hep kaçırmaya çalıştılar ordan, oysa ki;

Kimse bize hüzünlü şairlerin olmadığı şiirsiz bir dünyadan bahsetmedi ya da korkuların oluşturduğu stres ve kaygıyla çıkan dahiyane fikirlerden. Biz hep ilham duyduk ve çiçekli bir kafenin sokağa bakan masasına oturup, yoldan geçen renkli insanları izleyerek aradık onu.

Bilmedik ki ilham diye öğretilen, -bizi kaçırdıkları şey- aslında küçücük bir odayı dünyası kabul etmiş Van Gogh’un yaşadığı ruhsal çöküntülerdi… Ya da bir şairin intiharından önceki son mısralarıydı…

Yaratıcılığın açıklanamaz bir suçluluk duygusu taşıdığını söyler bilim insanları ve birçok şair ve sanatçının yaratılarının doruğundaki intiharlarını örnekler..

Bize o negatif kodlanan, çoğu zaman gizlenen duygulara gözlerimizi kapatarak, görmezden gelmeye çalışarak yaşarız, kafasını toprağa gömerek kendini koruduğunu sanan devekuşu misali…

Oysa bilseydik ki bu duyguların büyük bir şans olduğunu, aşkın kaybetme korkusu ortadan kalktığında bittiğini, başarının ancak biraz stresle mümkün olduğunu…

Kaçmaya çalıştıkça esiri olduk-negatif olarak kodlanan duyguların- üzerine eklediğimiz ilave kodlamalarla da bizden sonraki nesillere aktardık…

Yalnızlık demiştik başta, köprü altındaki adamın hikayesine üzülmüştük, belki de o adamın şiirleyle yaşadığımız aşkı bilmeden…

Kaçımız bu öğretilenin yükünü sırtından atar bilinmez, ama sabahın ilk ışıklarını bu denli güzel kılan, öncesindeki gecenin karanlığı ey dostum. Gecenin en karanlığını da sev, aşık da ol, terk edil hatta, otur o gecenin karanlığında ağlayarak şiir yaz. Başka türlü nasıl renklenir ki dünya?

Bazenler

Yaşam mı Rüya mı, rüya?

Bazı rüyaların gerçekçiliği sarsıyor insanı
Ve ilginçtir ki, gerçek dünyada hisler hissizleşmişken
Bir rüya birçok hissin zirvesini yaşatabiliyor insana
Uyanıyorsun, hangisi gerçek, hangisi rüya?
Yaşam mı Rüya mı, rüya?
İyi ki rüya! Ama yine de bir ömür hatırlanacak bir an kazıyor insanın kafasına rüya…
Zihnimin en güzel yerlerinin birinde hep canlı kalacak o hisler, sözler

“Seni çok seviyorum
-Ben de seni çok seviyorum”

Ananeme…

Farkındalıklar

Sen hiç uzun yaşayan bir şair gördün mü?

Sen hiç uzun yaşayan bir şair gördün mü?
göremezsin
mutluluk üzerine çok düşünmez insan, yazamaz da
mutluluğa öyle aç bir ruh ile varolmuş ki insanoğlu
her yakaladığında çikolata vakti gelmiş çocuğun onu aşkla ve son derece hızla yemesi gibi tüketir
mutsuzluksa insanın kendi içine çekildiği
aslında onu da hızlıca tüketebilecekken iyice içine gömüldüğü bir haldir
İlginçtir ki mutluluk hormonlarına bile konu olmuştur mutsuzluk
öyle bir safhası vardır ki, onu geçersen tat almaya başlarsın
işte o mutsuzluğun tat alma safhasında çıkar yazılar ortaya
ama dedik ya “sen hiç uzun yaşayan bir şair gördün mü?”
beyin tat alsa da vücudun öyle sapkın düşünceleri yoktur
vücut her mutsuzluk dakikasında bir çizik atar üzerine
ne zamanki yeni çizik atacak yer kalmaz
beyin de ikna olur vücuda, toparlanır giderler…

Bazenler

Bazen değil, hep susuyorum

Bazen susuyorum diye yola çıktım
baktım ki hep susar oldum
susmanın arkasındaki yıkık binanın içine hapsoldum
anlatmaya dair umutların yeşermediği diyarlarda

Susmak iyi hoş da
geçen zamana baktıkça insan
başka topraklarda olmayı diliyor
anlatabilmenin fayda ettiği diyarlar

Öyle isterdim ki konuşabilmek
en azından hesaplaşabilmek, helalleşebilmek
olmadı

İç Sesler

İyi Hissetmek İçin Negatiflik Arayan ve Yaratan İnsan

İnsan içerisinde birçok karmaşa, boşluk, belirsizlik ve tatminsizlik barındıran bir varlık.

Güzel devam eden süreçler insanda bu tatminsizlik ve boşluk hissini ortaya çıkarıyor, bir şeyleri başarmış olmak anlamına gelen mutluluk hissi, insanı bir sonraki challenge’ı aramaya zorluyor. Bu da güzel giden süreci bozmaya…

Tüm bu sebeplerden ola ki insan kendini negatiflik içerisinde daha iyi hissediyor. Ne kadar ironik değil mi? Negatiflik içerisinde iyi hissetmek.

Çünkü negatifliklerin içerisinde kendi iç boşluklarımızı ve tatminsizliklerimizi örtmeye yarayacak bir çok enstrümana sahibiz. Kadere şikayet edebiliriz, gidip bir meyhanede olmamışlara içeriz – bir düşünün hangi masada iyi şeylere içiliyor, varsa yoksa olmayanlar – neyse konumuza dönelim, yolumuzu bozanları şikayet edebiliriz, önümüze engel koyanları çekiştirebiliriz.

Velhasılkelam tüm bunlar içimizdeki boşlukların ve belirsizliklerin belirli kişiler ya da durumlara suç atılarak az da olsa kapatılmasını ve tatmin duymamızı sağlar.

İşte bu sebeptendir ki bu corona günlerinde aslında hep şikayet edilen ofis, trafik, toplantılar, yoğunluk karmaşasını bir kenara bırakıp, evde-kendiyle-keyifli sabah kahvaltılarıyla yaşayan insanlık, derin bir tatminsizlik duyuyor, boşluk hissediyor. Çünkü suçu atabileceği durum ve insanlardan yoksun. Kendiyle de yüzleşemeyen insan bu boşluk ve tatminsizliğin ortasında delirme noktasına kadar geliyor…

Bugüne kadar 2 gün üst üste evde durmayan, oldukça aktif bir insan olarak ben, bu 2 ayın üzerine 6 ay daha olsa evden çıkmadan dururum. Evimde güzel eşim ve kızım, kitaplarım, keyifli kahvaltılarım, hayallerim, planlarım, bugünkü koşturmacalarımla son derece mutluyum.

İçimde tatminsizlik ya da boşluk oluşturan durumlarla yüzleşmelerimi yıllar önce vermiş olmanın rahatlığıyla günlerimi geçiriyorum.

Ama görüyorum ki çevremde birçok insan henüz kendiyle yüzyüze gelebilmiş değil. Kolay değil tabi ki bu cesareti bulmak ama bugünlerin yarattığı fırsatı da göz ardı etmemek gerek elbette.

Bu nedenledir ki güzel yarınlar sizin için virüsün bitmesi değil,

  • kendinizle yüzleşip,
  • 4 duvar arasında günlerce kalsanız da,
  • kendinizle,
  • seçimlerinizle,
  • keşkelerinizle,
  • iyikilerinizle,
  • sahip olduğunuz ya da elinizden kaçan herşeyle,
  • yapması mümkün olan ya da hiçbir zaman mümkün olamayacak her şeyle bir arada huzurlu kalabilmek, sizin için güzel yarınlar olsun.

Mutluluk demiyorum dikkat çekerim, insanın yaratılış gereği tüm duygu ve hisleri yaşaması, hayatta kalmak için kaçınılmaz. Huzurlu hissetmekten bahsediyorum, en mutsuz anınızda bile huzurlu hissedebilirsiniz.

Ama kendinizle olan iç kavganızı sonlandırmadıkça en mutlu anınıda bile huzursuz hissedeceksiniz…

İç Sesler

Ben bu dünyaya yolculuk etmeye geldim

Ben bu dünyaya yolculuk etmeye geldim
Eski zamanlarda yaşamış olsaydım eğer Likya’dan geçerdi yolum
Kayaköy civarında yaşardım
Dağın ne aşağısı ne de yukarılarında ortasında bir yerde olurdu evim
Gökyüzünü de yakından izler, düzlüklere de inerdim hızlıca
Antik tiyartoda geçerdi belki günlerim
Kuşların sesleriyle arkadaşlık ederdim
Deniz olurdu ikinci evim
Gider günlerce dönmezdim oradan
Balıklarla sohbet eder, kuşların uçuşuna imrenirdik
Biri gözyüzünün, biri denizin, bense karanın, yani sonsuzluğun içerisinde kendi küçük bölgemizden çok da ayrılmazdık
Birbirimizi tanımanın verdiği sarhoşluğu yaşardık
Tahtalardan küçük bir kayık yapardım kendime
Açılırdım denizde biraz
O sonsuz maviliğin içerisinde olan bitenleri biraz daha yakından görebilmek için
Hiç görmediğim balıklarla selamlaşır, yeni arkadaşlıklar edinirdik
Güneşin en yakıcı sıcaklığı eşlik ederdi bize
Şikayet etmezdik,
Zaman kavramınca çok kısa, bize çok uzun gelen kış günlerinde çok özlerdik bu yakıcılığı
Ben bu dünyaya yolculuk etmeye geldim
Eski zamanlarda yaşamış olsaydım eğer Likya’dan geçerdi yolum

Bazenler

Kazandıkların yaptıklarına değdi mi?

Kazandıkların yaptıklarına değdi mi?

Sormak isterdim bu soruyu birçok kişiye…

Paraya, malına.. kıyamayan o kişilerin kaybettikleri zamana bu kadar duyarsız oluşlarına rağmen sormak isterdim.

Öğrenmeyi dilerdim gerçekten kazandıklarını, yaptıklarını haklı görmeye değen..

İlham Verenler

Yaşamın sonsuzluğunda dans ediyorum, şu anda…

Coşku fışkırıyorum ruhumdan
Aşklar saçıyorum kalbimden
Çocuk şarkıları söylüyorum avaz avaz
Bastonu elinden atıp, dansa kalkan bir yaşlının yaşama sevinciyim ben
Renkler parıldıyor bedenimde
Rüzgar dalgalandırıyor saçlarımı
Koşar adım çıkıyorum merdivenleri
Gülüyorum midem ağrırcasına
Sarılıyorum ufak bir çocuğun masumluğunca
En sevdiğim filmin başrolüyüm şu an
Kelebekler uçuşuyor etrafımda
Duyuyor musun dalgaların sesini?
Sonsuzluğun müjdesidir anda yaşamak
Yaşamın sonsuzluğunda dans ediyorum, şu anda…

Bazenler

Ruh ve Beden

Beden ile ruh aynı yer üzerinde olmuyor çoğu zaman
Ruh, beden gibi mecburiyetlere inanmıyor
Bedenini ordan oraya götürürken,
Ruhunun yerini bilmiyorsun bile çoğu zaman
Son gülüşmelerde mi
Son bakışın olduğu o marketin önünde mi
Sabah ilk karşılaşmanın yaşandığı kapının orada mı
Gün batımının koyuluğunda mı?

Ruh güzellikleri aramaya koyulurken,
Beden ordan oraya!
Ne zaman ki araları uzaklaşıyor,
İşte o zaman bir iç sıkıntısı başlıyor, hani nedenini bilmediğin,
Tam da bu neden sıkıntılarına sebep
İçindeki boşluk hissi garip değil