Uncategorized

Hazır olmak ya da olmamak

Ben bazı şeylere kendimi hiç hazır edemedim. Bildiğim sokaklarda hep biraz farklıymış gibi olan ama aynılığa gömülmüş hislerde yaşadım

Yürüdüğüm sokaklar Kadıköy Beşiktaş değil de Paris olabilirdi belki de, ya da küçük bir köyün ıssız sokakları

Birinde kalabalıklar beni yalnız hissettirirdi, diğerinde gerçekten ıssızlığa gömülmüş o sokaklar

Her şey çok farklı olabilirdi ama bazı şeyler mutlak aynı

Belki de hazır olmamak lazımdı, hazır olmaya çalışmaktı yıpratan, bilmiyorum

Ama her neyse bu içimdeki, yaşananlardan çok yaşanacakların kaygısında, geri döndürülemeyecek şeyin esiri altında

Herkesin bir konuyla ilgili tanımlaması olur ya, benim ki bu, geri dönüşü olmayacak şeylerin korkusu ya da kaygısı yaşamımın merkezine, benden çok daha büyük bir özgüvenle oturuyor

Bense onun izin verdiği alanlarda, yaşamın sanki kontrol edilebilirmiş hissiyle yaşancı hayatlar yaşıyorum

Neyse başta da dedim ya ben bazı şeylere kendimi hiç hazır edemedim, hazır olmamak lazımdı belki de…

Çökmüşlükler

Son

Her şeyin bir başı, bir de sonu olmalı…

Bu da burdaki son yazım hey blog!

Yeni başlangıçlarda görüşmek üzere, hayata anlam katan herkese…

Bazenler

Bazen, ben, gelecek, diğerleri

Bazen öyle zorlanıyorum ki
Çölde bir vaha gibi o güzel günlerin hayali ayakta tutuyor
O gün geldiğinde çok değiştiğimi söyleyecekler
Birileri sevgisizlik, birileri ise umursamazlıkla suçlayacak belki de
Hayatın yeni bir yoluna geçmişken, eski yolun gürültüleri sadece birer kulak çınlaması oluşturacak

Farkındalıklar

En son tanıştığın kimse, seni en iyi o tanıyor

İnsanın hayat yolcuğuluğu özünde sürekli değişim
bu değişim çoğu zaman canımızı acıtıyor
sevdiğimiz insanların ya da yerlerin farklılaştığını görmek
ya da sırf biz değiştiğimiz için aynı kişiyi ya da yeri farklı görmek
üzebiliyor

Bazen eski zamanlarda gittiğim yerlere bakıyorum
hislerimi yatırıyorum masaya
çevreme bakıyorum, gözlemliyorum her ayrıntısıyla
anlıyorum ki orda aslında değişen benim
yer aynı yer, ne sokakların darlığı değişti, ne de kaldırımların kalabalığı
oysa geçmişte o kalabalığa girmek için can atarken, şimdi kaldırımların yamukluğuna takılıyor gözüm, ya da yürürken omzuma çarpan insanlara

Bazen de öyle istekli gidiyorum ki bazı yerlere,
senin hayatını anlamlı kılan zamanları içinde barındıran o yere kepengi vurmuşlar
hisler belki sabit ama yer değil

Bunun bir de insan perspektifi var,
çevremizdeki insanlara ve değişimlerine karşı bu kadar net tanımlama yapamıyoruz,
pozitif değişimleri uyumluluk olarak görürken
bize kötü gelen değişimleri ise kabullenemiyoruz
hayatın akışını kabul etmek zor geliyor böyle zamanlarda

Ama insanın en çok canını sıkan ne biliyor musun ey dost!
sen değişiyorsun ya, olumsuz anıları hep sırtında taşıyan insanlarda baki kalıyorsun

Çocuk geliyor 30 yaşına, bir bakıyorsun 15-16 yaşındaki sen olarak biliyor ailesi çocuğu
üzüyor be dost!

Biz hep en çok vakit geçirdiğimiz insanların bizi en iyi tanıdığını düşünürüz, büyük aptallık!
En son tanıştığın kimse, seni en iyi o tanıyor,
diğerleri farklı zaman dilimlerindeki eski senleri sırtında taşıyor..

Farkındalıklar

Yalnızlık

Yalnızlık… Köprü altında yatan bir evsizin, gecenin sabaha kavuşmak üzere olan en ıssız anında uykusundan uyanıp, çevresine bakması ve kendine ait hiçliğiyle, onun ait olduğu hiçliğin ortasında kalması mıdır?

Yoksa kalabalık bir topluluğun içinde kendini oraya ait hissetmemesi midir?

Korkmalı mıdır insan yalnızlıktan, istemeli midir? Acıtır mı, huzur mu verir? Sevmeli midir, kaçmalı mıdır?

Sorular sadece cevapları bulma isteğiyle varolurlar demiş biri…

Bunca soru sormuşken yalnızlık üzerine… Yüzleşmek istemediğimiz cevap için mi bunca soru?

Aslına bakarsan konu yalnızlık da değil ya, duygularımız;

Sevinç
Heyecan
Tutku
Mutluluk
Keyif

Bir o kadar da;
Hüzün
Korku
Stres
Kaygı
Suçluluk
Acı

İlk kısım güzel de, ya şu diğerleri olmasa -mı?

Hani yüzleşmek istemediğimiz cevap dedik ya, ikinci kısım işte bu cevaplar. Bizi hep kaçırmaya çalıştılar ordan, oysa ki;

Kimse bize hüzünlü şairlerin olmadığı şiirsiz bir dünyadan bahsetmedi ya da korkuların oluşturduğu stres ve kaygıyla çıkan dahiyane fikirlerden. Biz hep ilham duyduk ve çiçekli bir kafenin sokağa bakan masasına oturup, yoldan geçen renkli insanları izleyerek aradık onu.

Bilmedik ki ilham diye öğretilen, -bizi kaçırdıkları şey- aslında küçücük bir odayı dünyası kabul etmiş Van Gogh’un yaşadığı ruhsal çöküntülerdi… Ya da bir şairin intiharından önceki son mısralarıydı…

Yaratıcılığın açıklanamaz bir suçluluk duygusu taşıdığını söyler bilim insanları ve birçok şair ve sanatçının yaratılarının doruğundaki intiharlarını örnekler..

Bize o negatif kodlanan, çoğu zaman gizlenen duygulara gözlerimizi kapatarak, görmezden gelmeye çalışarak yaşarız, kafasını toprağa gömerek kendini koruduğunu sanan devekuşu misali…

Oysa bilseydik ki bu duyguların büyük bir şans olduğunu, aşkın kaybetme korkusu ortadan kalktığında bittiğini, başarının ancak biraz stresle mümkün olduğunu…

Kaçmaya çalıştıkça esiri olduk-negatif olarak kodlanan duyguların- üzerine eklediğimiz ilave kodlamalarla da bizden sonraki nesillere aktardık…

Yalnızlık demiştik başta, köprü altındaki adamın hikayesine üzülmüştük, belki de o adamın şiirleyle yaşadığımız aşkı bilmeden…

Kaçımız bu öğretilenin yükünü sırtından atar bilinmez, ama sabahın ilk ışıklarını bu denli güzel kılan, öncesindeki gecenin karanlığı ey dostum. Gecenin en karanlığını da sev, aşık da ol, terk edil hatta, otur o gecenin karanlığında ağlayarak şiir yaz. Başka türlü nasıl renklenir ki dünya?

Bazenler

Yaşam mı Rüya mı, rüya?

Bazı rüyaların gerçekçiliği sarsıyor insanı
Ve ilginçtir ki, gerçek dünyada hisler hissizleşmişken
Bir rüya birçok hissin zirvesini yaşatabiliyor insana
Uyanıyorsun, hangisi gerçek, hangisi rüya?
Yaşam mı Rüya mı, rüya?
İyi ki rüya! Ama yine de bir ömür hatırlanacak bir an kazıyor insanın kafasına rüya…
Zihnimin en güzel yerlerinin birinde hep canlı kalacak o hisler, sözler

“Seni çok seviyorum
-Ben de seni çok seviyorum”

Ananeme…