Doğum günleri… İnsanların samimiyetsizliklerini en net şekilde çarpıyor yüzüne…
Doğum günleri… İnsanların samimiyetsizliklerini en net şekilde çarpıyor yüzüne…
2017 biterken;
Bu yıl kaç kişinin hayatına dokundun?
Karşılıksız emek gösterdiklerin az mı çok mu?
Ne kadar gülümsedin?
Ne kadar hayal ettin?
Kaç sabah mutlu uyandın?
Kaç kitap okudun?
Kaç yeni yer keşfettin?
Kaç sabah gündoğumunu izledin?
Kaç akşam üzeri deniz kıyısında el ele yürüdün?
Kaç kere derin bir nefes çekip, şükrettin?
Kaç kere teşekkür ettin?
Kaç kere özür diledin?
Kaç kere yaşadın bu hayatı?
Senin anıların, benim hayallerim var
Senin acıların, benim umutlarım var
Senin kaybettiklerin, benim öğrendiklerim var
Bugün de iyi bir insan olamadık,
Ne kadar günah varsa koyduk kefemize
Ruhumuza iyi gelecek ne varsa kafamızı diğer tarafa çevirdik
Bedenimizi doyurduk bugünde
Ruhumuz o kadar aç ki, bedenden umudu kesmiş gibi
Farklı rotaları gözlüyor
Bir umut ya yaşamak
Belki yarın iyi bir insan olur muyuz?
Bugün cevabını bulamadığımız ne kadar soru varsa,
hepsi, geçti sanıp yaşantımıza devam ederken farkında olmadan kaybettiklerimizde saklı…
Hayalleri, sahip olduklarıma tercih ettiğim bir yaşama sahibim
İş, eş, ünvan, para, tatil, ev, araba ve daha nice sayamadıklarım
Hiçbiri hayallerim kadar mutlu etmedi
Hayallerimdeki mükemmelliğe ulaşamadılar
Aslında ulaşamayan onlar da değildi
Ben hayallerime ulaştıkça, hayallerimin ötesini gördüm
Issız dağlar içerisinden geçen, uzun yolların izini süren bir trende geçtiğim köyleri güzel hayallerle izler gibiydim;
Köyün kahvesinde oturdum, yaşlılarıyla çay içtim
en organiğinden yaptım kahvaltımı
pazartesiyi yatarak geçirdim, kimse kalk işe git demedi
0,75 TL çaya verdiğim bir yerde büyük paralar kazanmanın ne anlamı vardı ki?
Çay varsa sorun yoktu bizim hayatımızda…
Toprakla uğraştım biraz,
Köy düğününde oynadım
Hayallerimde….
Ama hiçbir zaman yaşamadım oralarda,
İkinci bir Pazartesi’de işimi özleyecek duruma gelmedim
Yaşlıların sıkıcı olduğunu hissetmedim,
Yaşamak bu ya, sahip oldukların ilk heyecanı vermiyor bir daha,
başlıyor o zaman üzerine yüklenmeye…
Hiçbir hayalimi sırtıma yük yapmadım,
Hayallerimi sevdim, bazılarını gerçeklemedim,
Heyecanını yitirecek bir gerçektense beni ateşleyen bir hayal olarak bıraktım hep
Ben en büyük aşkları hayallerimde bıraktım
Beni hiç tanımayan insanlarla Paris’i gezdim
Barcelona’nın sokaklarında el el dolaştım
Onlar bilmez! Ben elime aldığım gitarımla kaç kez aşk şarkıları söyledim onlara..
Hiç kimsenin sahip olamayacağı arkadaşlarım oldu benim
Bazen bir kitaptı aracılık eden sohbetimize
Bazen de bir rüya…
Hayallerim, gerçeğimdi… Gerçeğimse azaltmaya çalıştığım bir yüktü sırtımda.
Henüz Eylül’ü kabullenememişken, Ekim olmuş takvimler,
Sonbahar’ın griliği sarıyor ruhumu
Gittikçe kahverengileşen her yeşil yaprak ölümü hatırlatıyor
Üzerime düşen yağmur değil, yüreğime Sonbahar yağıyor
Ve ben yine!
Oysa ki hiç de bulunmamışken Ege –bu aylarda,
sanki hep,
tam da bu aylarda,
Ege’de
küçük bir sahil köyünde
yaşıyormuş gibi hissediyorum.
Kıyıdaki,
ucu yılların yüküne boyun eğmiş,
denizle bütünleşip,
suyun altında kalmış
o küçük iskeleye bağladığım tekneme atlıyorum
Hava sanki bir Yaz sabahı gibi aydınlık,
başımı çevirsem, sabahın ilk saatlerini suya atlayarak kutlayan insanları görebileceğim gibi
Gökyüzünü her an rengarenk paraşütler sarabilir
Ben iyice açılmışken sahilden,
Hiç birisi olmayacak bilsem de,
İçimde sanki bir Yaz heyecanı varmışçasına uzaklaşıyorum sahilden
Denizin ortasında buluyorum kendimi,
Balıklarla sohbet ediyor,
Işıltısıyla suya parıltı katan denizkızını selamlıyorum
Bazen bir Yunus geliyor buluşmalarımıza,
bazen en sadık dostlarım kefaller ile geçiyor günümüz,
Deniz evimdir benim,
Yaz ise nefesim.
İşte tam da gri bir Ekim günü
İstanbul’un denize uzak bir kesiminde,
Evsiz ve zor nefes alır şekilde yaşamaya tutunurken
Hayallerim bazen üzerimde baraka,
bazense yetmediği zamanlarda nefes bana
Bugün kalan ömrünün ilk günü demiş şair,
Hiç kulak asmamış!
35’inde kendini toprağa gömmüş,
yaşam enerjisini kaybettiği yeri dahi hatırlamayan,
Kafası toprak içinde yaşayan insan…
Ahlakı iki bacak arasında değil, iki dudak arasında aramak gerek.
Ölmek için çok erken,
yaşamak içinse çok geç bir yaşta hissediyorum bazen